24 Ekim 2010 Pazar

Levh-i Mahfuz Hakkında - 8

Âyet-i kerime: «İlâhî fıtrat öyle bir şeydir ki, Allah, zatına ve sıfatına mazhar kıldığı insanları o şekilde yaratmıştır.» (Rum, 30).
Âyet-i kerime: «Biz, insanı en güzel kıvamda yarattık.» (Tin, 4).
İlâhî füyûzatm gelmesi yolunda anlatılan iki şeklin arasına giren ve gelmesine mâni olan ve meşgul eden bir¬kaç şey var. O şeyler, şehevî arzular ve daha başka kötülüklerdir. Bunlar aradan kalkınca işler aslına döner, kalbde hakkın azamet ve celâli tecelli eder ve kul, ebedî sonsuz saadete erer. Her kap içinden ne kadar dışarı atabilirse, dışarıdan o miktar nasip alabilir. Kalb de böyledir. Dış âleme karşı, içini ne kadar boşaltırsa, ötelerden o kadar nasip alır. Allahü Teâlâ bu hale eren kişileri, «Rab-baniyyun, Ahbar» (Mâide, 44) adlan ile zikreder. Mânâsı; bilgi sahibi, Hakk'a bağlı gerçeğe vakıf olarak alınabilir.
Anlatmak istediğimiz ilmi bulup sonsuz saadete erdikten sonra, kalb kerim\bir şah olur. Hakk'a bağlı bir varlık haline gelir.
Bu yüce hali bulanlar, Hz. Ali r.a. tarafından da şöyle anlatılmaktadır: «Yeryüzünde Allah'ın kandilleri vardır. Zatına göre en sevimlisi; zarif, pâk ve sağlam olanıdır.» Tefsir ederken de şöyle buyurur: Kardeşlerine karşı zarif, din yolunda kuvvetli, yakın itibarı ile sâf ve temiz...
«O nurun misâli, bir pencere içinde yanan kandildir.» (Nur, 35). Âyet-i kerimesi, anlattığımız imanlı kalbe işaret sayılır. Bunu Ubey b. Kâab anlatmıştır.
«Yahut o, dalgalı bir denizin karanlıkları gibidir.» (Nur, 40) âyet-i kerimesi de münafıkm haline işaret eder.
Zeyd b. Eşlem Hz. de «Levh-i Mahfuz» cümlesini tefsir ederken, iman sahibinin kalbi olduğunu söyler.
İnsanın yaratılışı, terkibi icabı varlığında dört vasıf bulunmaktadır. O vasıfları şöyle sıralayabiliriz: Yırtıcı, hayvanı, şeytanî, rabbani...
Tabiatına, öfke hali galip gelirse, yırtıcı vasfını alır. Şehvet hislerine kapılır giderse; hayvani vasfı alır. Bu
iki sıfat bir yerde olunca, hırsa kapılır. Herkesi ezmek ister. Üstünlük taslamak arzusu belirir. Mekir, hilecilik ha¬li meydana çıkar.
Ve... şeytanî kuvvete kapılır.
Sayılan vasıflar, eriyip gidince, rabbani hal gelir. Buna, «Ruh, Rabbımın emrinden bir iştir,» (İsrâ, 85) âyet-i kerimesi işaret eder.
Bu hale eren insan, kurtulmuş sayılmaz. Çünkü o kudsî vasıf icabı, insan üstünlük iddia eder. Hatta rububiyet davasına da kalkabilir. Kendisinin o kudsî vasıfla anılmasından hoşlanır. Ona uyan hallerin zuhuru ile ferah duyar. Bu arada, kendisinden, o vasfı yıkıcı hallerden bir bilemediği şey veya başka hal çıkarsa, mahzun olur. Halbuki bu arada en büyük kurtuluş yolu ibadettir, ama bilemez.
Anlatılan şeylere karşı, irfan duygusuna sahip olduktan sonra, en iyi iş ibadete devamdır. Çünkü ibadetle arzu elde edilir. Lâyık olmayan şeyler erir, öbürleri beka bulur.
Inşaallah ibadet bahsini, Riyazat bölümünü anlatırken, daha geniş bir şekilde zikredeceğiz.
Bilmen gereken bir şey daha var. Kalbde hasıl olan ilim, öğrenmek ve delil takdimi yolundan olursa, buna Ulemâ yolu, adı takılır... Keşif ve müşahede ile hâsıl olan ilmin adına da, Sofiye Yolu adı verilir. Sofiye Yolu iki kısma ayrılır.
Birincisi: İnsanın özüne ilham gelmesi. Bu ilham, bir nevi kalbe üflenir. Buna da Peygamber s.a. efendimizin şu hadî&-i şerifi işaret eder: «Kudsî ruh, şunları kalbime üfledi: İstediğini sev, nasıl olsa ayrılacaksın. İstediğini yap, yaptığının karşılığını bulacaksın. İstediğin gibi yaşa, nasıl olsa Öleceksin.»
İkincisi: Bu, doğrudan doğruya ilhamdır. Bunda üf¬leme şeklinde ses, nefes yoktur. Bu hal, bizzat eşyanın gerçek yüzünü keşiftir. Bu ilhamı alan zata, eşyanın perdesi açılır. Perde açılınca o işe bağlı melek görünür, ondan istifade eder...
Şunu da bil ki, kalb, tam parlak bir ayna olursa, Levh-ü Mahfuz ona nakşini nakleder. Bu durumda arada perde kalmaz.
Bu durumda kalb, Levh-ü Mahfuz'un tam hizasına gelir ve bu geliş sonunda bütün hakikî ilimler, kalb aynasına akar. .
Bu perdenin aralanması, bazan uykuda, bazan da ayıkta olur. Ayıkta olan çok defa tasavvuf ehli içindir. Bazan da, kulun dıştan yapışacağı bir sebebe bakılmadan, dış kabiliyeti gözetilmeden, esen ilâhî nesim kula ö perdeyi açar. . Kulun kalbinde, perdenin ötesindeki, hayret veren kudsi ilimler parlamaya başlar.
Bu ilâhî ilimlerin kalbe tam gelmesi için, ölmek gerek. Bu ölüm malûm ölüm olmayıp, iradî ölümdür. O zaman perdeler tam açılır, her şey gerçek yüzü ile görülür. Peygamber s.a. efendimiz, bir hadîs-i şerifinde, bu ölümü işaret için şöyle buyurur: «İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar.»
Bu ölüme Sofiye yolundan gidilir. Onlar bu yolu bildikleri için," zahirî ilimlerle pek uğraşmazlar, kalblerini aydın kılmaya bakarlar. Dış âlemle ilgilerini keserler. Bunu yapmaktaki gayeleri, Allahü Teâlâ'nm zatına tamamen yönelmeyi temindir. Bu yönelme hasıl olduktan sonra, bütün işleri ona ısmarlamaktır. Çünkü, kaiblerihe faydalı olan bilgiyi, Allahü Teâlâ daha iyi bilir. Vereceği nurları,
lutuflan o daha yerinde verir. Aslında bu yol, peygamberlerin yoludur. Onlar zahirî derslere çalışıp ilim tahsili yapmış değildir. Onlar hazineyi bulmuş, dıştan ufak çalışmaya aldırış etmemişlerdir. Onların yoluna ve zahirî ilim tahsiline, içine dalman hazine jle, üzerinde çalışma yapı¬lan kimya sanatı, bir misâl olabilir. Halin böyle olması icabi, sana gerekeni de diyelim: Hazineyi bulmadan Önce, sakın zahirî sebepleri, çalışmayı bırakma. O hazineyi bulmadan, buldum zannı ile çalışmayı bırakmak tam helaktir.

El-Mürşidü'l-emîn ilâ Mev'izeti'l-Mü'minîn / Bedir Yayınları
Kalp Halleri / Sayfa 177


http://www.gazali.net

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder